17 Nisan 2011 Pazar

Serenad

Zülfü Livaneli'nin 2011 yılında okuyucuları ile buluşturduğu son romanı Serenad, geçen haftanın son iş gününde elime geçti. Cumartesi sabahı başladım ve Pazar bitti. Cumartesi günü aralarda da, kek ve yemek hazırlamak dahil pek çok ev işi yaptım. Pazar günü yani bugün de sabah dokuzdan akşamüstü beşe kadar yürüyerek Ankara'nın bilmediğimiz yerlerini keşfetmekle meşguldüm. Romanın 481 sayfa olduğunu göz önüne alırsak, okuma hızı açısından performansımı epey arttırmış durumdayım:)

Kitap okunma hızına paralel bir şekilde basılıyor galiba. Bu sene Mart ayında ilk baskısı yapılan kitabın, aynı aya ait başka bir baskısını taşıyorum. Bendeki 40. baskı...

Roman sayesinde daha önce hiç duymadığım Mavi Alay ve Struma gemisi hakkında bir şeyler öğrenmiş oldum, ayrıca pek çok küçük bilmediğim konu da hafızamda çeşitli bölgelere yerleşti :). Zülfü Livaneli, Son Ada'da olduğu gibi yazarlık iddiası olmayan bir karekterin ağzından yazmış romanı, hatamı yanlışımı affedin diyor yani bir bakıma. Bu taktiği sevmiyorum aslında.

Kitap kapağı ve iç tasarımında bölüm başlıklarının nota dizeğinde yazılmış olması hoşuma gitti. Hatta eşimle konuşurken oralarda aslında nota olsa sonra çalınınca güzel bir melodi çıksa ne güzel olurdu bile dedik ama sadece kitabın adına gönderme olsun diye bölüm numaralarının dizekte yer alması tercih edilmiş sanırım.

Ana kahramanımız Maya Duran'ın İstanbul'dan Boston'a gerçekleştirdiği seyahat sırasında yazdığı bir roman aslında elimizdeki. Hüzünlü bir aşk hikayesi etrafında çözülen sırlar, Türk,Alman, Yahudi, Ermeni dini, dili, ırkı farketmeyen ve iktidarlar yüzünden acı çeken insanlar, yakın tarihimize ilişkin az bilinen gerçekler ve daha neler neler. Zülfü Livaneli yine döktürmüş bilgisini. Bu kadar çok konuya değinmeye çalışması yer yer zorlama, didaktik olma kaygısı gereksiz gibi gelse de heyecanla okumamı engellemedi bu düşüncelerim.

Kitabı hızla okuduğum için altını çizdiğim veya not aldığım yerler olmadı. Çokça tekrarlandığı için aklımda yer edenler ise Porto Şarabı, sıcak banyolar, Nazi zulmünden kaçan Yahudiler ve iktidardakilerin insanlara çektirdikleri oldu. Zaten sıkı bir Zülfü Livaneli okuru olduğum için, dile getirmeye çalıştığı hümanist düşünceleri hiç yabancı gelmedi, hatta yazdıklarını uzun uzun düşünmeme gerek kalmadan olaya odaklanmamı sağladı.

Güzel anekdotlar içinde özlü sözler gördüm [Senden çalınabilen bilgi, senin bilgin değildir sf.240], mini mini ve yeni yeni bilgiler edindim bu roman sayesinde . Yer yer hatalar varmış gibi algılasam da, bazı kısımları zorlama bulsam da, dili gayet de akıcıydı. Bu güzel çalışması için teşekkürü fazlasıyla hak eden Zülfü Livaneli, çoğu insanın ufkunu açacağına inandığım bir roman çıkarmış karşımıza.

Romanın konusundan fazla bahsetmeden, adıyla içeriğinin ilişkisini anlatmadan ve bazı alıntıları eklemeden bitirmiş oluyorum yazıyı, olsun.. Merak edenler bir an önce alıp okusunlar.

Keyifli okumalar...


14 Ocak 2011 Cuma

Bir İnsan Kaynakları Masalı

Bugün rutini bozarak öğle arasında başladığım, Özden Aslan'ın eseri "Bir İnsan Kaynakları Masalı" elimden düşmedi. Kitabımın da idefix sayesinde yazarından imzalı bu arada;)

Son dönemlerde kişisel gelişim kitaplarını okumaya; dolayısıyla kendimi değişik açılardan inceleme ve geliştirme fırsatını yaratmaya karar verdim. Son alışverişimde yine pek çok eleştiri yazısı, değişik blog yazarları etkili oldu. Bu kitabı alışveriş listeme ekleten kişiyi veya yazıyı hatırlamıyorum ama evren bunu biliyordur diyerek teşekkürlerimi buradan iletiyorum.

Öğle molasının bitime doğru başladığım 235 sayfalık bu kitabı, eve gelip yemek olaylarını da hallettikten sonra, 3 saat gibi bir sürede okuyuverdim. Kitabın ne kadar akıcı bir dille yazıldığını belirtmeme gerek almadı sanıyorum.

Kitabımız bir masal gibi akıp gidiyor. Ana karakterimiz Ezgi'nin İnsan Kaynakları alanında başladığı kariyerinin basamaklarını, yaşadıkları ve bir yıl içinde geldiği noktayı ilgiyle okudum. Her bölümden alınacak bir ders var, kitap genel olarak terminolojisi bakımından bir İnsan Kaynakları çalışanını ilgilendiriyormuş gibi dursa da aslında tüm çalışanları özellikle büyük kurum çalışanlarını da ilgilendiriyor. Hepimiz bir kaynağız sonuçta ve İnsan Kaynakları bölümündekiler de bir çalışan haliyle. Eminim okuyan herkes kendinden ve iş arkadaşlarından ve hatta yöneticilerinden bir parçayı bu kitabın kahramanlarında bulacaktır.

Kitabın tüm bölümlerini gecenin şu saatinde listeme şansım az, bazı başlıkları yazabilirim tabii:)
  • Ekip Çalışması
  • Şirkette Rekabet
  • Koçluk Sistemi
  • Psikolojik Terör
Kitabımız bir masal gibi bitiyor herkes isteğine kavuşuyor, gerçek hayatta burada verilen önerilerin ve gerçekleştirilen uygulamaların yarısı yapılsa her şey daha güzel olur bana göre...

Kişisel gelişim kitaplarının bazıları didaktik olur bir süre sonra aynı cümleyi okuyup durduğunuzu fark edersiniz. Bu kitap ise onlarla aynı kategoride olmakla birlikte öyküler şeklinde yazıldığından oldukça rahat okunuyor. Yazarın da ülkemizden olup, aşina olduğumuz iş yerlerinden örnekler vermesi sebebiyle kendinizi olayların içinde hissediyorsunuz.

Her çalışanın okumasını tavsiye ederim. Bir nebze farklılığımızın artmasını ve kendimizi değerlendirmemizi sağlasa kardır.

Yazarın 2 kitabı daha varmış, onları da şimdiden sanal alışveriş listeme ekledim, zamanı gelince kitaplığımızda yerlerini alacaklar.