Tahsin Yücel'in ilk romanı
Mutfak Çıkmazı'nı bitirdim az önce ve sıcağı sıcağına yazmak istedim.
Bu kitabı almama vesile olan bir eleştiri veya blog yazısı mıydı hatırlamıyorum bile, epeydir rafta okunmayı bekliyordu. Keşke daha önce okusaymışım.
1960'ın öncesinden sesleniyor kitap, yani 1960'da yayınlanmış olduğuna göre öyledir herhalde, ama zaman hiç belli değil aslında bugün de yaşanıyor olabilir pekala. Kitabın sevdiğim özelliklerinden birisi bu oldu, dili de hiç eski gibi gelmedi ve iki gecede bitiriverdim. Elimdeki baskı Can Yayınları'na ait. 2005 basımı. 154 sayfalık romanı okurken hiç not almayı düşünmedim, aynı İlyas'ın tutkusu gibi bir tutku sardı beni hemen sona gelmek istedim. Vakit varsa gün içinde okunabilecek, akıcı bir dille kaleme alınmış bir ilk roman.
Kitaba başlarken etkilenmemek adına hakkındaki hiçbir yazıyı hatta arka kapak yazısını bile okumadım (eşimden etkilenip ben de okumamaya başladım artık ön-arka yazıları). Böyle olunca ilk sayfaları okurken, bakalım mutfağa nereden bağlanacağız dedim bir an. Okurken,
Camus'un
Yabancı'sı veya
Yusuf Atılgan'ın
Aylak Adam'ını okuyormuşum gibi hissettim ve hoşuma gitti. Normalde olmayacakmış gibi görünen bir tutkuyu, gayet sıradan bir şekilde olabilirmiş gibi ele almış Tahsin Yücel. Kaptırıp gidiyor insan kendini. En çok şunu düşündüm okumalarım süresince: "En azından yaptığım tek bir şeyi böyle bir tutkuyla yapıyor olsaydım acaba durum ne olurdu?" İlyas gibi çıkmaza mı girerdim yoksa çok mu başarılı olurdum?
Romanın içeriğine çok değinmek istemiyorum, sonu başından belli bir roman bu, merak edilen ise karakterlerin ruh halleri ve olayların ayrıntıları. Kısaca bahsetmek gerekirse, Yargıtay üyesi olması beklenen ve bunun için tüm sülalenin destek çıktığı bir gencin, başına gelen kötü bir olay sonrası yemek yapma tutkusunu keşfedişi, her şeye boş verip bir mutfak çıkmazına girişinin öyküsü bekliyor okuyucuları, bir sürü karakter de süslüyor tabii romanın sayfalarını.
Tahsin Yücel'i keşfettiğime sevindim, fırsat olunca Kumru ile Kumru başta olmak üzere diğer kitaplarını da okumayı istiyorum.
"Yemek en sonunda hazır olduğu zaman, Divitoğlu midesini ekmekle doldurmuştu. Gene de iştahla yedi. Yedikçe sıkıntısı dağıldı yavaş yavaş, yedikçe bir tuhaf oldu. Yemek yer gibi değildi, önemli, neredeyse soylu bir iş yapıyordu sanki. İyice doymuştu ama tabak boşalınca gene doldurdu. Alabildiğine güzeldi yemek, şaşılacak derecede güzeldi, yemeğe diyecek yoktu! Engin, yumuşak, serin, uzak bir haz titreşimiydi. Düş gibi, çocukluk gibi, memleket gibi, ev gibi bir titreşimdi. Önce ağzına yayılıyordu, sonra tüm varlığına."