18 Mart 2014 Salı

Okuma Şenliği 2014


Sımsıcak bir merhaba okuyanlara:)

Kitaplarım epeydir sessiz kalmıştı, çoğu öylece bakıyordu raflardan bana.. Anne olalı edebi okumalara ara vermiş, kendimi hızla çocuk gelişim, ebeveynlik, çocuk kitapları araştırırken ve sonra hasbelkader bunları okurken bulmuştum.

Gündemden, insanoğluğunun kötü tarafından, ülkenin üstüne çöreklenen kara bulutlar ve doyumsuzlardan fenalık geldiği bu günlerde, Pınar'ın şenlik duyurusu ilaç gibi geldi. Daha önce  böyle bir şenliğe katılmadığımı ve uzun süredir ayda bir kitap dahi okuyamadığımı düşünürsem yaptığım hiç mantıklı değil ama şenliğin hakkını verebileceğime inanmak istiyorum:)

Madem ki dünyayı güzellik kurtaracak, okuyalım güzelleşelim;)

Seçilmiş Kitaplar


Şenlikle ilgili detaya sağdaki şenlik logosuna tıklayarak ulaşabilirsiniz. Yine de bu yazıda kuralları ve kategorileri aktaracağım ve kendi listemi açıklayacağım. Listem için sadece evdeki kitapları seçtim, çoğu kategoriyi kitap bolluğu münasebetiyle zorlanmadan doldurdum. İndirim zamanlarında alışveriş listemdeki kitapları topluca alıp sonra yıllarca okumaya çalışıyorum çünkü. Şimdilik 2 kategoriyi dolduramadım, bir tanesi evde kriterlere uyan kitap olmaması, diğeri de benim kararsızlığım, en kısa sürede o iki kategoriyi kesinleştireceğim.

Kurallar:

  • Etkinlik bugün başlıyor ve 15 Haziran 2014’te sona erecek. (15 Mart’tan önce başladığınız veya 15 Haziran’dan sonra bitirdiğiniz kitaplar kapsam dışı kalacak. Tarihlere dikkat!)
  • Etkinliğe 15 Mart 2014 – 15 Haziran 2014 tarihleri arasında canınızın istediği vakitte katılabilirsiniz.
  • Okuduğunuz her bir kitabı aşağıdaki kategorilerden sadece birine saydırabiliyorsunuz. Ancak, etkinlik devam ederken kategoriler arası okuduğunuz kitapların yerlerini değiştirebilirsiniz.
  • Yapılabilecek en yüksek skor 3 ay içinde 12 kategori için toplam en az 12 kitabı okuyarak 250 puan almak. 
  • Bir kategori için birden fazla kitap okuyarak daha fazla puan kazanamazsınız. Örneğin Rus edebiyatından bir kitap okuyanlar 25 puan kazanacak ama Rus edebiyatından iki kitap okuyan 50 puan kazanamayacak. 
  • Bir kitabı birden fazla kategoriye saydıramazsınız. Örneğin adında bir çiçek adı geçen bir şiir kitabı okuyup 15+20=35 puan kazanamazsınız. Ya 15 puan kazanırsınız ya da 20 puan. Tercih size kalmış.
  • Katılmak için blogunuzun olması veya okunan kitapların yorumlanması zorunlu değil. Katılmak isteyen herkesin Pınar'ın yazısına yorum bırakması gerekiyor. Blogu olan katılımcılar bloglarında, blogu olmayan katılımcılar da blogu olan katılımcılarla iletişime geçerek hangi kategori için hangi kitapları okumayı planladıklarını duyurabilirler. 
  • Her ayın 15'inde bir yayın yaparak kimin ne okuduğu sorulacak ve sıralamalar duyurulacak. O yayının altına yorum bırakarak hangi kitapları okuyarak kaç puana ulaştığınızı bildirebilirsiniz.
Kategoriler: 

1. Kategori (10 puan): Tavsiyelerine güvendiği birinin önerdiği bir kitabı okuyanlara (En az 200 sayfa).
Eşimin tavsiyesi ile Stefan Zweig'dan Üç Büyük Usta (Balzac,Dickens,Dostoyevski) ilk sıraya yerleşiyor, gerçek ustalar kimmiş öğrenelim diyorum.. Kitap DoğuBatı Yayınları'ndan 224sf.

2. Kategori (15 puan): Bir şiir kitabı okuyanlara (Sayfa sınırlaması yok).
Şiir severim ama anlaşılır olanları:))) Elime bir şiir kitabı alıp okumuşluğum hiç yoktur sadece paylaşılanları takip ederim. Bu açıdan kendimi zorlamam lazım , bu madde bu açıdan beni sınayacak. Eşim şiir kitaplarını sever, onun önerisiyle Ahmed Arif'ten Hasretinden Prangalar Eskittim listeye giriyor. Kitap Metis Yayıncılık'tan, 184 sf.

3. Kategori (15 puan): Herhangi bir edebiyat ödülü kazanmış bir kitap okuyanlara (En az 200 sayfa).
Harper Lee'den Bülbülü Öldürmek, Altın Kitaplar, 368 sf. 1961 Pulitzer ödülü sahibi

 4. Kategori (15 puan): Bir öykü kitabı okuyanlara (Sayfa sınırlaması yok).
Yekta Kopan'dan Kediler Güzel Uyanır , Can Yayınları, 128sf.

5. Kategori (20 puan): Adında bir çiçek adı olan veya "çiçek" sözcüğü geçen bir kitap okuyanlara (En az 200 sayfa).
Grigory Petrov'dan , Beyaz Zambaklar Ülkesinde ,  Koridor Yayıncılık , 228sf.
Bu kategori için aklıma ilk gelen Gül'ün Adı oldu ama 12. kategoriye belki Umberto Eco eserlerini yerleştiririm diye vazgeçtim.

 6. Kategori (20 puan): Şimdiye kadar hiç bir kitabını okumadığı bir kadın yazardan bir kitap okuyanlara (En az 200 sayfa).
 Nazlı Eray'dan Kayıp Gölgeler Kenti , Turkuvaz Kitap , 224 sf. Bu romanı Prag seyahatinde okumak üzere almıştım , gezdiğim şehirlerde orayla ilgili bir kitap okuma akımına kapılmam üzerine ama  tüm gün gezip gece otelde ancak yatağa atlamaya mecal kalınca mümkün olmadı. Kısmet bu şenliğeymiş.

7. Kategori (20 puan): İlk kitabı 2010 yılında veya daha sonrası yıllarda çıkmış bir yazardan bir kitap okuyanlara (En az 200 sayfa).
Evde bu kategoriye uyan kitap göremedim. Murat Menteş'ten ümitliydim ama o da 2001'de sanırım ilk eserini vermiş.. Aklımda blogunu takip ettiğim Onur Ataoğlu'ndan Japon Yapmış var ama yeni kitap almak istemiyorum , belki e-kitap olarak alırım, kararsızım bu kategoride..

8. Kategori (20 puan): Sinemaya uyarlanmış bir kitabı okuyup filmini izleyenlere (En az 200 sayfa).
Ian McEwan'dan Kefaret,Can Yayınları, 366 sf. Bu kitabı yıllar önce filminden çok etkilendiğim için alışveriş sepetime atmıştım, indirime girince de aldım ama okuma sırası gelmemişti. Tabii kitap bitince filmi bir daha izleyeceğim.

9. Kategori (20 puan): Kütüphanesinde en uzun süredir okunmayı bekleyen o kitabı okuyanlara (En az 200 sayfa).
Bu kategoriye aday pek çok kitap vardır evde eminim ama kendimi fazla zorlamadan şu yazımdan kopya çekiyor ve artık bekleme sırasında 10.yılına girmiş olan Yaşama Uğraşı'na bir şans tanıyorum.
Cesare Pavese, Yaşama Uğraşı , Can yayınları , 416 sf.

10. Kategori (25 puan): Kendisi doğmadan en az 100 yıl önce yazılmış bir kitap okuyanlara (En az 200 sayfa).
Ivan Gonçarov'dan Oblomov, Sosyal Yayınlar , 553 sf.
Oblomovluk yaptığım için 50 sayfadan ötesine geçemediğim Oblomov'u seve seve bu kategoriye ekliyorum. 1859'da yazılmış, benim için 1882 öncesi bir kitap olması yeterli oldu. Bu kitap aslında kayınvalidemin, ondan bu eski basım ama güzel çevrilmiş olduğuna inandığım(Sabahattin Eyüboğlu/Erol Güven) için Sosyal Yayınları klasiklerinden 5-6 tanesini okumak üzere almıştım. Okuyup iade etmenin vakti çoktan geçmişti bile, şenlik sayesinde bu işi de tamamlarsam harika olacak.

11. Kategori (25 puan): Rus edebiyatından bir kitap okuyanlara (En az 200 sayfa).



12. Kategori (45 puan): Aynı yazardan en az 1.200 sayfa kitap okuyanlara.
İyice düşünüp taşınmam lazım:)) Hala kararsızım..
Adaylarım fantastik edebiyat sevmem nedeniyle Ursula K. Leguin (evdeki okunmamış kitapların sayfa sayısı 1200ü bulur mu emin olamadım) , betimlemelerine hayran olduğum Yaşar Kemal, Gül'ün Adı ve Foucault Sarkacı ile çok uzunlar yaa diye bir türlü tanışamadığım Umberto Eco veya Oğuz Atay olabilir ama yine yeni kitap almam gerekebilir Oğuz Atay'ı seçersem. Bu kategoriyi de en kısa sürede netleştirip güncellemeye çalışacağım.


Eh başlasın o halde okuma şenliği!

Not: Kitap sayfa sayılarını idefix'ten bakarak verdim, elimdeki basımdan dolayı uyumlu olmayanlar çıkarsa sonra kontrol edip düzeltirim.

27 Temmuz 2012 Cuma

Güzel Yaz

D&R indiriminden alınmış bir başka kitap. Bünye bu zamanda 5 liraya kitap görünce dayanamıyor ve nasılsa okurum diyerek sepetini dolduruyor.

Cesare Pavese daha önce kitaplarını okumadığım bir yazar. Aslında "Yaşama Uğraşı" adlı kitabını bir arkadaşım vermişti ve 8 senedir kütüphanede okunmayı bekliyor:( 1950 Strega Ödülü* ibaresine bakarak Güzel Yaz'ı aldım. 112 sayfaydı ve hızlıca ve kısa sürede okunabilecek kitaplardan birine benziyordu. Açıkçası epeydir kitap okuyamadığım için, kütüphane bekleyen yüzlercesi olmasına rağmen, okuma aşkımı yeniden alevlendirecek eserlere ihtiyacım vardı. Bu kitap o açıdan yanlış bir seçim oldu veya Binbir Gece Mektupları'nın üstüne gitmedi. Evet kısa ve hızlı okunuyor ama bir tat vermiyor. Belki yanlış zamanda okudum, belki de bebeğim uyanmadan hızla bitireyim derken gereken özeni gösteremedim.


Arka kapak yazısına göre kitap yazarın bir otel odasında intihar etmeden kısa bir süre önce tek başlık altında topladığı üç romandan birisiymiş.

Romanın konusu iki genç kızın özgür yaşantısından ibaret.1950'lerde italyan gençlerinin yaşamından bir kesit sunmaya çalışsa da bana kopuk diyalogları nedeniyle biraz anlamsız geldi. Baş karakter Ginia'nın hayatı, ressamlar için çıplak modellik yapan Amelia ile tanışmasıyla yavaş yavaş değişir ve olaylar bu ilişki çerçevesinde ilerler. Amelia vasıtasıyla ressamlarla tanışır Ginia ve yeni bir ilişkiye atılır. Yazar kadın-erkek ve kadın-kadın ilişkilerini (cinsellik açısından da) irdelemiş ancak dili bana pek akıcı gelmedi. Kitaptaki diğer karakterlerden ve neler olduğundan bahsedesim yok. Sanıyorum Murat Gülsoy üzerine okumak iyi olmadı.

*Strega Ödülü (Premio Strega), her yıl İtalya’da yayımlanmış bir kitaba verilen saygın ödüllerdendir.

Binbir Gece Mektupları

2003 yılında Can Yayınları'ndan çıkmış olan bu kitap, D&R'ın yaz indirimi sayesinde geçti elime. Sevgilinin Geciken Ölümü romanıyla tanımıştım Murat Gülsoy'u. Bu kitabını da alayım kötü çıkmaz dedim ve yanılmamışım.
Kitap dokuz öyküden oluşuyor, aslında on ama en son öykü Binbir Gece Mektupları'nı öykü olarak görmüyorum. Son yazı daha çok ilk dokuz öyküye gönderme yapan bir deneme veya mektuplar dizisi. Son yazıyı okuduktan sonra tekrar başa sarıp okuyasınız geliyor kitabı. Murat Gülsoy'un zekice kurgulanmış öykülerini yeniden okumak, Binbir Gece Mektupları ile bağdaştırmak istiyorsunuz.

Öykülerden en çok Asansör'ü beğendim. Bir adamın asansör fobisini anlatıyor. Elden Ele öyküsü de kurgu açısından güzel. Gülsoy'un psikoloji eğitimi almış olması kitaplarına da fazlasıyla yansımış, psikolojik çözümlemeler, gözlemler de ayrı güzel. Ah bir de Sigarayı Bırakmanın En İyi Yolu’ndaki tarzı da epey değişik, günlük yazar gibi ama sonuçta yine döktürmüş Gülsoy. Yazdığımda oradan oraya atlayıp, sanki bir anda konudan kopan notlarım gibi olmuş:) Öykü içinde öykü tadı, karakterlerin gayet sıradan ama bir o kadar da ilgi çekici olması, usta bir kalemin göstergesi bana göre.

 Binbir Gece Mektupları 188 sayfa ve oldukça akıcı, rahatlıkla okunacak, okurken sizi düşündürecek ve kurgusundan zevk almanızı sağlayacak bir kitap. Öykülerden uzun uzun bahsedip özet vermeyeceğim. Hiç bir şey bilmeden okuyup tadını çıkarmanız tercihimdir. Kitabı bitirdikten sonra indirimden bir başka Murat Gülsoy kitabı bulup aldım. Onu da kısa sürede okuyup, burada yorumlamayı umuyorum. Türk yazarlardan birisinin daha müdavimi olacağıma sevindim, elimizde olmayan Gülsoy kitapları da en kısa sürede temin edilip okunacak.

Yazar hakkında daha fazla bilgi ve yakın takip için blogunu ziyaret edebilirsiniz.

Sizlere de keyifli okumalar...

17 Nisan 2011 Pazar

Serenad

Zülfü Livaneli'nin 2011 yılında okuyucuları ile buluşturduğu son romanı Serenad, geçen haftanın son iş gününde elime geçti. Cumartesi sabahı başladım ve Pazar bitti. Cumartesi günü aralarda da, kek ve yemek hazırlamak dahil pek çok ev işi yaptım. Pazar günü yani bugün de sabah dokuzdan akşamüstü beşe kadar yürüyerek Ankara'nın bilmediğimiz yerlerini keşfetmekle meşguldüm. Romanın 481 sayfa olduğunu göz önüne alırsak, okuma hızı açısından performansımı epey arttırmış durumdayım:)

Kitap okunma hızına paralel bir şekilde basılıyor galiba. Bu sene Mart ayında ilk baskısı yapılan kitabın, aynı aya ait başka bir baskısını taşıyorum. Bendeki 40. baskı...

Roman sayesinde daha önce hiç duymadığım Mavi Alay ve Struma gemisi hakkında bir şeyler öğrenmiş oldum, ayrıca pek çok küçük bilmediğim konu da hafızamda çeşitli bölgelere yerleşti :). Zülfü Livaneli, Son Ada'da olduğu gibi yazarlık iddiası olmayan bir karekterin ağzından yazmış romanı, hatamı yanlışımı affedin diyor yani bir bakıma. Bu taktiği sevmiyorum aslında.

Kitap kapağı ve iç tasarımında bölüm başlıklarının nota dizeğinde yazılmış olması hoşuma gitti. Hatta eşimle konuşurken oralarda aslında nota olsa sonra çalınınca güzel bir melodi çıksa ne güzel olurdu bile dedik ama sadece kitabın adına gönderme olsun diye bölüm numaralarının dizekte yer alması tercih edilmiş sanırım.

Ana kahramanımız Maya Duran'ın İstanbul'dan Boston'a gerçekleştirdiği seyahat sırasında yazdığı bir roman aslında elimizdeki. Hüzünlü bir aşk hikayesi etrafında çözülen sırlar, Türk,Alman, Yahudi, Ermeni dini, dili, ırkı farketmeyen ve iktidarlar yüzünden acı çeken insanlar, yakın tarihimize ilişkin az bilinen gerçekler ve daha neler neler. Zülfü Livaneli yine döktürmüş bilgisini. Bu kadar çok konuya değinmeye çalışması yer yer zorlama, didaktik olma kaygısı gereksiz gibi gelse de heyecanla okumamı engellemedi bu düşüncelerim.

Kitabı hızla okuduğum için altını çizdiğim veya not aldığım yerler olmadı. Çokça tekrarlandığı için aklımda yer edenler ise Porto Şarabı, sıcak banyolar, Nazi zulmünden kaçan Yahudiler ve iktidardakilerin insanlara çektirdikleri oldu. Zaten sıkı bir Zülfü Livaneli okuru olduğum için, dile getirmeye çalıştığı hümanist düşünceleri hiç yabancı gelmedi, hatta yazdıklarını uzun uzun düşünmeme gerek kalmadan olaya odaklanmamı sağladı.

Güzel anekdotlar içinde özlü sözler gördüm [Senden çalınabilen bilgi, senin bilgin değildir sf.240], mini mini ve yeni yeni bilgiler edindim bu roman sayesinde . Yer yer hatalar varmış gibi algılasam da, bazı kısımları zorlama bulsam da, dili gayet de akıcıydı. Bu güzel çalışması için teşekkürü fazlasıyla hak eden Zülfü Livaneli, çoğu insanın ufkunu açacağına inandığım bir roman çıkarmış karşımıza.

Romanın konusundan fazla bahsetmeden, adıyla içeriğinin ilişkisini anlatmadan ve bazı alıntıları eklemeden bitirmiş oluyorum yazıyı, olsun.. Merak edenler bir an önce alıp okusunlar.

Keyifli okumalar...


14 Ocak 2011 Cuma

Bir İnsan Kaynakları Masalı

Bugün rutini bozarak öğle arasında başladığım, Özden Aslan'ın eseri "Bir İnsan Kaynakları Masalı" elimden düşmedi. Kitabımın da idefix sayesinde yazarından imzalı bu arada;)

Son dönemlerde kişisel gelişim kitaplarını okumaya; dolayısıyla kendimi değişik açılardan inceleme ve geliştirme fırsatını yaratmaya karar verdim. Son alışverişimde yine pek çok eleştiri yazısı, değişik blog yazarları etkili oldu. Bu kitabı alışveriş listeme ekleten kişiyi veya yazıyı hatırlamıyorum ama evren bunu biliyordur diyerek teşekkürlerimi buradan iletiyorum.

Öğle molasının bitime doğru başladığım 235 sayfalık bu kitabı, eve gelip yemek olaylarını da hallettikten sonra, 3 saat gibi bir sürede okuyuverdim. Kitabın ne kadar akıcı bir dille yazıldığını belirtmeme gerek almadı sanıyorum.

Kitabımız bir masal gibi akıp gidiyor. Ana karakterimiz Ezgi'nin İnsan Kaynakları alanında başladığı kariyerinin basamaklarını, yaşadıkları ve bir yıl içinde geldiği noktayı ilgiyle okudum. Her bölümden alınacak bir ders var, kitap genel olarak terminolojisi bakımından bir İnsan Kaynakları çalışanını ilgilendiriyormuş gibi dursa da aslında tüm çalışanları özellikle büyük kurum çalışanlarını da ilgilendiriyor. Hepimiz bir kaynağız sonuçta ve İnsan Kaynakları bölümündekiler de bir çalışan haliyle. Eminim okuyan herkes kendinden ve iş arkadaşlarından ve hatta yöneticilerinden bir parçayı bu kitabın kahramanlarında bulacaktır.

Kitabın tüm bölümlerini gecenin şu saatinde listeme şansım az, bazı başlıkları yazabilirim tabii:)
  • Ekip Çalışması
  • Şirkette Rekabet
  • Koçluk Sistemi
  • Psikolojik Terör
Kitabımız bir masal gibi bitiyor herkes isteğine kavuşuyor, gerçek hayatta burada verilen önerilerin ve gerçekleştirilen uygulamaların yarısı yapılsa her şey daha güzel olur bana göre...

Kişisel gelişim kitaplarının bazıları didaktik olur bir süre sonra aynı cümleyi okuyup durduğunuzu fark edersiniz. Bu kitap ise onlarla aynı kategoride olmakla birlikte öyküler şeklinde yazıldığından oldukça rahat okunuyor. Yazarın da ülkemizden olup, aşina olduğumuz iş yerlerinden örnekler vermesi sebebiyle kendinizi olayların içinde hissediyorsunuz.

Her çalışanın okumasını tavsiye ederim. Bir nebze farklılığımızın artmasını ve kendimizi değerlendirmemizi sağlasa kardır.

Yazarın 2 kitabı daha varmış, onları da şimdiden sanal alışveriş listeme ekledim, zamanı gelince kitaplığımızda yerlerini alacaklar.

16 Şubat 2010 Salı

Albaya Mektup Yok

Bu akşam Gabriel García Márquez'in uzun öyküsünü, Albaya Mektup Yok'u okudum. Bu kitabı illederomanolsun'dan etkilenip geçen günkü D&R siparişime ekleyiverdim, bugün kargo geldi, baktım kitap 66 sayfa hemen okuyayım dedim. Gerçekten hemen okunuveren akıcı bir öyküydü ama ne bileyim hala Mutfak Çıkmazı'nın etkisinde olduğumdan mıdır nedir pek bir ısınamadım öyküye, sarmadı beni biraz uzak düştü hayal dünyama, aynı Benim Hüzünlü Orospularım kitabındaki gibi yabancı geldi sanki olaylar.

Kısaca öyküden bahsedeyim: Yıllarca mektup(aslında devletten gelecek emekli maaşı) bekleyen bir albay, karısı, ölen oğulları Agustin ve ondan kalan bir dövüş horozu var. Yan karakterler de kasabanın diğer sakinleri. Karakterlerin tasvirleri oldukça başarılı çoğu gözümde hemen canlanıverdi mesela ama arka kapakta bahsedildiği şekilde komik ve trajik bir tını yakalayamadım. Albayın karısı, pek çok yerde yapılan yorumlarda bahsedilenin aksine dırdırcı gelmedi bana, sadece gerçekçiydi işte, hayatını devam ettirmeye çalışan, astımla boğuşan yaşlı bir kadın işte. Sanırım o durumda olsam ben de albayın karısı gibi davranırdım:))

Sonuç olarak edebiyat uzmanı değilim, kendi halinde bir okurum ama Marquez'i bayıla bayıla okuma aşamasında değilim hala. Bu fikrimi Yüzyıllık Yalnızlık 'ı okuduğum zaman değiştirmeyi umuyorum.

"Sonuncusu posta teknesiydi. Albay onun yanaşmasını acı bir tedirginlikle izledi. Tepede, teknenin bacasına bağlanmış ve bir muşambayla korunmuş olan posta çantasını gördü. On beş yıllık bekleyiş, sezgisini bilemişti. Horoz, kaygısını bilemişti. Posta şefinin tekneye girip çantayı çözerek omzuna vurduğu andan başlayarak albay onu gözünden ayırmadı."

15 Şubat 2010 Pazartesi

Mutfak Çıkmazı

Tahsin Yücel'in ilk romanı Mutfak Çıkmazı'nı bitirdim az önce ve sıcağı sıcağına yazmak istedim.
Bu kitabı almama vesile olan bir eleştiri veya blog yazısı mıydı hatırlamıyorum bile, epeydir rafta okunmayı bekliyordu. Keşke daha önce okusaymışım.

1960'ın öncesinden sesleniyor kitap, yani 1960'da yayınlanmış olduğuna göre öyledir herhalde, ama zaman hiç belli değil aslında bugün de yaşanıyor olabilir pekala. Kitabın sevdiğim özelliklerinden birisi bu oldu, dili de hiç eski gibi gelmedi ve iki gecede bitiriverdim. Elimdeki baskı Can Yayınları'na ait. 2005 basımı. 154 sayfalık romanı okurken hiç not almayı düşünmedim, aynı İlyas'ın tutkusu gibi bir tutku sardı beni hemen sona gelmek istedim. Vakit varsa gün içinde okunabilecek, akıcı bir dille kaleme alınmış bir ilk roman.

Kitaba başlarken etkilenmemek adına hakkındaki hiçbir yazıyı hatta arka kapak yazısını bile okumadım (eşimden etkilenip ben de okumamaya başladım artık ön-arka yazıları). Böyle olunca ilk sayfaları okurken, bakalım mutfağa nereden bağlanacağız dedim bir an. Okurken, Camus'un Yabancı'sı veya Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ını okuyormuşum gibi hissettim ve hoşuma gitti. Normalde olmayacakmış gibi görünen bir tutkuyu, gayet sıradan bir şekilde olabilirmiş gibi ele almış Tahsin Yücel. Kaptırıp gidiyor insan kendini. En çok şunu düşündüm okumalarım süresince: "En azından yaptığım tek bir şeyi böyle bir tutkuyla yapıyor olsaydım acaba durum ne olurdu?" İlyas gibi çıkmaza mı girerdim yoksa çok mu başarılı olurdum?

Romanın içeriğine çok değinmek istemiyorum, sonu başından belli bir roman bu, merak edilen ise karakterlerin ruh halleri ve olayların ayrıntıları. Kısaca bahsetmek gerekirse, Yargıtay üyesi olması beklenen ve bunun için tüm sülalenin destek çıktığı bir gencin, başına gelen kötü bir olay sonrası yemek yapma tutkusunu keşfedişi, her şeye boş verip bir mutfak çıkmazına girişinin öyküsü bekliyor okuyucuları, bir sürü karakter de süslüyor tabii romanın sayfalarını.

Tahsin Yücel'i keşfettiğime sevindim, fırsat olunca Kumru ile Kumru başta olmak üzere diğer kitaplarını da okumayı istiyorum.

"Yemek en sonunda hazır olduğu zaman, Divitoğlu midesini ekmekle doldurmuştu. Gene de iştahla yedi. Yedikçe sıkıntısı dağıldı yavaş yavaş, yedikçe bir tuhaf oldu. Yemek yer gibi değildi, önemli, neredeyse soylu bir iş yapıyordu sanki. İyice doymuştu ama tabak boşalınca gene doldurdu. Alabildiğine güzeldi yemek, şaşılacak derecede güzeldi, yemeğe diyecek yoktu! Engin, yumuşak, serin, uzak bir haz titreşimiydi. Düş gibi, çocukluk gibi, memleket gibi, ev gibi bir titreşimdi. Önce ağzına yayılıyordu, sonra tüm varlığına."